Pages

17 Ağustos 2008 Pazar

"büyük firar"

dün gece uykusuzlukla boğuşurken, ece temel kuran'ın içeriden kıyıdan konuşmalarına gitti elim. ağbimle aramızdaki buzlara, zamanın birinde böyle bir mektup yazmak istedim:

[Ben şimdi, dilini bilmediğim, kimseyi tanımadığım, güvenli bir memlekete kaçtım, merak etmeyesin. Bir süre ülke ülke dolaşacağım öyle ve tamamen öylesine, benim için dertlenmeyesin. Vakti gelince ve yeterince uzağa kaçtığımı hissedince nerede olduğumu yazarım sana, şimdi bu işi fazla kurcalamayasın.
Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa ‘bu işin olurunu’, dedim ki:
Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. Maceraya çık,bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü…
Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra seni rezile etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Aşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır. Git dedi kalbim! Bu yüzden ben de bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. Dünyanın en sessiz toprağına vardım. Başka ülkelere de gideceğim. Kalbim, “Burada biraz duralım,”dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. Çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim. Ben hayatın “bir işe yarasın” diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. Sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir, ama adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum. Öylesine bakmayı. Öylesine.
Ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken “yol defterime” bir not düştüm:
Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir. Taştan çıkan çiçeğin göze aldığı asıl budur.
Ey okur, bunun için geldim işte. Gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye…]

Hiç yorum yok: